ORTA ASYA OĞUZ BOYLARI TARİHİNİN BAZI MESELELERİ Prof.Dr.Sergey G. AGACANOV

 

















ORTA ASYA OĞUZ BOYLARI TARİHİNİN
BAZI MESELELERİ
Prof.Dr.Sergey G. AGACANOV
Öz
Ortaçağ Oğuzları üzerine yapılan çalışmalar arasında ilk olarak Ebu’l-Gazi ve Müneccimbaşı’nın eserleri dikkat çekmekte ve bu eserlerde konu ile ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Avrupa’da D’Herbelot ve J. Deguignes, Rusya’da ise V. N. Tatişev ve N. M. Karamzin, Oğuzlar hakkında yapılan çalışmalara öncülük etmişlerdir. Oğuz Yabgu Devleti, Oğuzların etnogenezi (Hunlardan, Tu-küelerden veya Massagetlerden geldiklerine, Polovetsler veya Uygurlarla aynı olduklarına dair görüşler), tarih sahnesine çıkışı, ilk yaşam alanları, siyasi faaliyetleri ile kabile ve toplum yapıları üzerine özellikle SSCB’de yapılan araştırmalarda benzer veya farklı bakış açıları ifade edilmiştir. Bu noktada V. V. Bartold, S. P. Tolstov, A. Yu. Yakubovskiy, A. A. Roslyakov ile diğer Rus ve Sovyet tarihçilerinin yanı sıra, Avrupa ve Türkiye’de yapılan çalışmalardan da bahsedilebilir. Spuner-Menke ve K. Miller’in, Oğuzların yaşadıkları bölgeler hakkında bilgi veren haritacılık çalışmaları da oldukça önemli olup, konuya katkı sağlayacak mahiyettedir. Oğuzların Selçuklular dönemi öncesinde bir devlet kurmuş olup olmadıkları da tarihçiler arasında tartışma konusu olmuştur. Selçukluların ilk dönemleri ve kökenleriyle ilgili olarak SSCB’de ve yurtdışında araştırmalar yapan E. Blochet, N. Asım, Z. V. Togan, D. M. Dunlop, G. Weil, C. Cahen gibi tarihçiler arasında da (Moğol Salciutlardan, Kereyit veya Naymanlardan, Hazarlardan, Kırgız bozkırlarından gediklerine dair) ortak veya farklı görüşler bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler
Oğuzlar, Sır-Derya, Oğuz Yabgu Devleti, Selçuklular
GİRİŞ
Ortaçağ Oğuzlarının tarihi, yerli ve yabancı araştırmacıların geçmişten bu yana dikkatini çekmiştir. Yeniçağ Asya ve Avrupa tarih yazıcılığında Oğuzların etnik ve siyasi tarihlerini ilk aydınlatma denemeleri XVII-XVIII. yüzyıllar arasında başlamıştır. XVII. Yüzyılda Hive’nin tarihçi Han’ı Ebu’l-Gazi, hikâyelere ve halk efsanelerine dayanan “Şecere-i Terakime”yi yazmıştır.1 Bu tarihsel çalışmada Türkmenleri atası sayılan Oğuz’a dikkat çekilmektedir.
XVII-XVIII. yüzyıllarda Oğuz boylarının tarihi denizaşırı Doğu’nun tarih yazıcılığında yansımasını bulmuştur.2 Türk tarihçiler, bilhassa Müneccimbaşı, Oğuzlar konusuna büyük ilgi göstermiştir. Onun “Sahaifü’l-Ahbar”3 adlı eserinde Oğuz boyları ve Selçuklu devleti hakkında kıymetli bilgiler verilmektedir. Müneccimbaşı, eserinde daha önceki Müslüman vekayiname yazarlarının çalışmalarını kullanmıştır.
Yeniçağ Batı Avrupa tarih yazıcılığında Ortaçağ Oğuzları ile ilgili ilk tarihsel yayınlar XVII. yüzyıl sonunda görülür. Bu alanda Avrupalı araştırmacıların öncüsü Fransız doğubilimci D’Herbelot’dur. “Doğu Kütüphanesi” adlı eserinde, X-XIII. yüzyıllar arasında Oğuzların ve Türkmenlerin kökenleri ve tarihleri hakkındaki bir dizi doğu kaynağını tanıtmaya girişmiştir. Oğuzların etnik ve siyasi tarihleri, D’Herbelot’un ardından XVIII. yüzyılda Fransız Ortaçağcı Jean Deguignes tarafından ele alınmıştır. Onun “Hunların, Türklerin, Moğolların Umumi Tarihi” adlı eserinde, kuruluşunda Oğuz ve Türkmen boylarının büyük bir rol oynadığı Selçuklu iktidarına geniş bir bölüm ayrılmıştır.4
Devrim öncesi Rus tarih yazıcılığında Oğuz tarihine yönelik çalışmalar XVIII. yüzyıla kadar gider. Bu yönde ilk adımlar V. N. Tatişev tarafından atılmıştır. Yazar, Oğuz konusunu, onların Doğu Avrupa’nın tarihî halkları ile ilişkileri çerçevesinde ele almıştır. Türk dillerini bilen5 V. N. Tatişev Oğuz boylarının etnolojisi için Ebu’l-Gazi’deki bilgileri kullanmayı denemiştir.6 Bu sorun Rus tarihçiliğinin babası N. M. Karamzin’in eserlerinde daha fazla aydınlatılmıştır. N. M. Karamzin, Türk-Oğuzların, Rusya’nın güney bölgelerinin tarihindeki önemlerini gösteren ilk isimlerden biridir.7
Sovyet tarih yazıcılığında Oğuzlara yönelik sorunların farklı yönlerinin araştırılmaya başlaması V. V. Bartold’un başlıca eserleri ile olmuştur. Bu büyük bilim adamının eserleri Orta Asya Oğuz boylarının tarihiyle ilgili daha ileri araştırmaların temeli olmuştur. Bu bağlamda V. V. Bartold’un, Türkmen halklarının tarihî geçmişlerine tahsis ettiği eseri özel bir önemi haizdir.
Oğuz boyları tarihinin çözümlenmesinde Avrupalı ve Asyalı bilim adamlarının büyük katkıları olmuştur. Ancak üç yüzyıldır süren araştırmalara rağmen Oğuzlar konusu, tartışmalı ve çözülmemiş birçok sorunu barındırır. Bunlar arasında en tartışmalı olanlardan biri Orta Asya’daki Oğuz konfederasyonunun oluşum şeklidir.8
Bir dizi yerli ve yabancı tarihçi Oğuzların, Orta Asya’ya sonradan geldiklerini varsaymaktadır. V. V. Bartold ve diğer bilim adamları Oğuzların atalarının Orta Asya’ya VI-VIII. yüzyıllar arasında göç ettiklerini kaydetmektedirler.9 Oğuzların Batı’ya sızmaları genellikle eski Türk kağanlarının seferleri ve Batı Türk iktidarının çöküşü ile ilişkilendirilmektedir.
Diğer araştırmacılar Oğuzların Orta Asya’nın yerlileri olduğuna inanmaktadırlar. Bu tür bir görüş, örneğin Orta Asya Oğuzlarının10 maddi kültürleri açısından öneme sahip tarih ve arkeoloji çalışmalarında sürekli olarak aynı noktaya işaret eden S. P. Tolstov ve onun görüşlerini paylaşan T. Banguoğlu tarafından savunulmaktadır.11
Tarihsel literatürde Oğuzların etnogenezi üzerine farklı bakış açıları da dile getirilmiştir. Çok farklı bakış açıları arasından başlıca dört tanesi belirlenebilir:
a) Oğuzlar, Hunlardan ve Tü-külerden [Tu-küe] gelmektedirler;
b) Oğuzlar, Polovets yahut Kumanlara karşılık gelmektedirler;
c) Oğuzlar, Uygurlarla aynıdırlar;
d) Oğuzlar, Massagetlerin torunlarıdırlar.12
Bu görüşlerden ilkinin savunucusu henüz XVIII. yüzyılda, Oğuzların eski Hunların torunları olduğunu ispatlamaya çalışan J. Deguignes olmuştur.13 Daha sonra benzer bir görüş Y. Klaprot14 ve J. Reinaud15 tarafından da savunulmuştur.
Oğuzların Hunlardan geldiği teorisi tarih biliminde genel bir kabul görmemiştir. Danimarkalı tarihçi P. F. Sum bu yaklaşımı hatalı bulmuş ve eleştirmiştir.16 O, Oğuzların Polovets-Kıpçaklarla aynı olduğu tezini ileri sürmüştür.17 Bu bakış açısının savunucuları XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın başlarında, J. Marquart gibi meşhur bir araştırmacıyı da içerisine alan bütün tarihçileridir.18
Oğuzların, Polovets-Kıpçaklardan geldiği görüşü sert eleştirilere maruz kalmıştır. Önce P. V. Golubovskiy19, ardından ise daha sert şekilde V. V. Bartold20 bu görüşün tutarsızlığının altını çizmiştir.
Oğuzların ve Uygurların aynı olduğu görüşünün savunucusu V. Thomsen olmuştur.21 Onun bakış açısına göre Oğuz etnik, Uygur ise siyasi bir terimdir. V. Thomsen, Oğuzların, başlarında Uygur hanedanının yer aldığı bir boy topluluğu olduğunu varsaymıştır.
V. Thomsen’in Oğuzların etnik tarihi ile ilgili görüşü, erken Ortaçağ’da Orta Asya’da yaşayan Oğuzların, Uygurların bir parçası olduğunu düşünen N. A. Aristov tarafından da savunulmuştur.22
VIII.-X. yüzyıllarda, Orta Asya bozkır kuşağında yaşayan Kanglılar ve Kıpçaklar “Oğuz” adını benimsemişlerdi.
Aristov’un görüşü V. V. Bartold’un eleştirisine maruz kalmıştır: “Ne Uygurları Oğuzlarla ne de Guzları Kumanlarla aynı sayamayız.”23 V. V. Bartold Oğuzları, “Kanglılar ile bir alakası olmayan” Tü-kuelerin torunları olarak kabul ediyordu.24
Oğuzların Massagetlerden geldiğini savunan ise Sovyet tarihçisi S. P. Tolstov’dur.
Onun yaklaşımına göre Oğuzların etnogenezinin asıl mevkii Aral Gölü ile Sir Derya’nın alt kollarıdır.25 S. P. Tolstov “Oğuz” adını eski kaynaklarda bahsedilen Augasi boyu ile aynı görür ve Augasileri III-VI. yüzyıllarda Hun ve Hionit-Eftalit yönetimlerine maruz kalan eski bir Massaget kabilesi olarak kabul eder.
Eftalitlerin erken Ortaçağ’da Türkleşen torunları Oğuz üst ismi altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Oğuz kabileleri birliğinin oluşum tarihinde, S. P. Tolstov’a göre Augasi-Massagetlerin dışında Hun-Eftalit, Tohar-As ve Fin-Ugor unsurları da önemli rol oynamıştır.
S. P. Tolstov “Oğuz” adının VI. yüzyılda Eftalit birliğine bağlı boylar vasıtasıyla Orta Asya’dan İç Asya’ya getirildiğine inanmaktadır.26
Son zamanlarda Oğuzların etnogenezi sorunu, bu konudaki araştırmaların başarılarına rağmen nihai bir karara bağlanmış sayılamaz. Bu sorunun ileride çözülmesi büyük ölçüde bu alanda yapılacak çalışmanın genel seyrine bağlıdır. Bunu yaparken son üç yüzyılda Oğuzların etnik tarihi üzerine yapılan çalışmalar ile bunların olumlu ve olumsuz yönleri ele alınmalıdır. Her şeyden önce bu çalışmalar, bu soruna yönelik tek taraflı ve tarihî olguları tüm karmaşıklığıyla hesaba katmayan yaklaşımların başarısızlığına işaret eder. Doğu Oğuzlarının ve diğer Türk dilli unsurlar gibi yerel eski alt katmanların görmezden gelinmesi, haksızlığın olduğunu gösterir. Oğuzların etnogenezini tek bir ortak atadan türemiş gibi ele alma girişiminin haklı çıkarılabilmesi mümkün değildir
Sorunları ele almak araştırmacılar için çok önemli ve zor bir görevdir. Mevcut olanın sistemleştirilmesi ve yeni olgusal materyallerin bilimsel anlatıya sokulması gerekiyor. Sorunu sonuca bağlamak için yazılı kaynakların tümü, özellikle de Bizans ve diğer Batı kaynakları kullanılmamıştır.
Oğuzların “Oğuzname”den beri var olan tarihî geleneklerine gerekli dikkat gösterilmemiştir. Örnek olarak, Reşidüddin’in eserinde listelenen el yazmalarında korunmuş olan “Oğuz Tarihi” gösterilebilir.27 Bu az bilinen varyant Orta Asya’daki Oğuz boyları hakkında kıymetli bilgiler içerir.
Yeni paleo-antropolojik materyaller olmadan ve Ortaçağ Oğuz boylarının yerleşim alanı bulunmadan, incelenen sorunlara yönelik daha detaylı bir çalışma yapılması düşünülemez. Günümüzde bu materyallerin ağırlığı pek yoktur. Sovyet antropologları genellikle Kazakistan’ın batısı ile İdil bölgesinde yer alan, IX-X. yüzyıllara ait Oğuz-Peçenek kurganlarındaki ve Ukrayna’da yer alan, XI.-XII. yüzyıllara ait Türk-Oğuz mezarlarındaki kafatasları üzerine çalışmışlardır.28 Ancak Aral ile Sir Derya’nın alt ve orta kısımlarına ait paleo-antropolojik bilgilerin yetersizliğinden dolayı bu materyalleri kullanmak zordur.29
Oğuzların etnik tarihinin sorunlarının çözümlenmesi, onların IX-XI. yüzyıllardaki konumlarının tayin edilmesine bağlıdır.
Selçuklu iktidarının kuruluşundan önce, Oğuz boylarının yaşadıkları yerler hakkında yabancı ve yerli tarih yazıcılığında farklı bakış açıları ifade edilmiştir. Bu konudaki çalışmalar arasında öncelikle haritacılık yayınlarını belirtmek gerekir.
Bu tür çalışmalara örnek olarak Spuner-Menke’nin Orta Asya’nın ve Doğu Avrupa’nın tarihi coğrafyası üzerine yaptığı çalışma verilebilir.30 Bu atlasta Oğuz ülkesi Ural, Aşağı İdil ve Aral bölgesi ile Gürgen’e kadar Hazar’ın doğu kıyılarına yerleştirilmiştir. X-XI. yüzyıllarda Müslüman dünyasını gösteren bir diğer haritada Oğuzlar (Uzlar) İdil ile Ural nehirleri arasına, Azak civarına, Don’un aşağı kısımlarına, Hazar Denizi’nin Doğu kıyılarına, Nisa ile Dergez civarına ve Dargan ile Gürgenç bölgelerine yerleştirilmiştir. Haçlı Seferleri dönemine ait Avrupa ve Asya haritası ise Oğuzları eski yaşam alanlarında konumlandırır. Bu dönemde Oğuzların yerleşim yerlerinde Polovets-Kıpçak istilalarının neden olduğu büyük değişimler yaşanmıştır.
Tarihi harita çalışmalarının en değerlisi K. Miller’ın eseridir.31 Arap coğrafi atlası ile ilgili eserinde K. Miller, Oğuz topraklarını modern Orta Asya ve Kazakistan’a yerleştirmeyi dener. K. Miller, İdrisi’nin Oğuz ülkesinin şehirleri, nehirleri, dağları ve göllerini betimlediği “Nüzhetü’l-Müştak”ındaki ilk konumlandırmalardan birini kullanmıştır. Onun başyapıtı, “Nüzhetü’l-Müştak”taki coğrafi bilgilere dair bir dizi ilginç yorum barındırır. Ancak Miller’ın genel olarak önerdiklerini, tarihi-arkeolojik veriler desteklememekte ve İdrisi’nin metniyle çelişmektedir.
Mevcut tarihi coğrafya literatüründe Ortaçağ Oğuzlarının en geniş yerleşim alanı farklı şekillerde belirlenmektedir. Örneğin J. Reinaud, Oğuzların IX-XI. yüzyıllarda Aral Gölü’nün doğusu, kuzeyi ve kuzeydoğusunda mukim olduklarını yazmıştır. Oğuz kabileleri Orta Asya’nın geniş bozkırlarında hüküm sürmüşlerdir. Oğuzlar, Karluk ülkesi Yedisu [Semireçye] ile Doğu Avrupa’daki Hazar Kağanlığı arasında yaşamışlardır.32 J. Reinaud, Oğuzların Azak bölgesine ve Dinyeper bozkırlarına akın ettiklerini kaydetmektedir. Ona göre, Azak [Azov] kelimesi de Oğuz (Uzov) kelimesinden gelmiştir. Gerçekte ise Azak [Azov] Meotida, Arap kaynaklarında ise Maytas olarak geçmektedir.
V. F. Minorskiy, “Hududü’l-Âlem”e dair yorumunda, X-XI. yüzyıllarda Oğuz kabilelerinin yaşadıkları yerlerle ilgili olarak Doğu kaynaklarından daha başka alıntılar yapmış; Oğuzların, Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşuna kadar İrtiş’ten İdil’e kadar uzanan, Hazar Denizi ile Maveraünnehir arasındaki bozkırları işgal ettiğini belirtmiştir. Oğuz göçerleri Aral bölgesine, Hazar’ın kuzeyine, Üstyurt’a, Sır- Derya’nın aşağı kısımlarına, Batı’da da Emba Nehri’ne kadar yayılmışlardır.33 Yazar, Oğuz ve Türkmen kabilelerinin IX-XI. yüzyıllardaki hareketleriyle ilgili tarihsel bilgilerin geniş özetine Mervezi’nin eserinin çevirisinin yayımlanmasıyla ulaşmıştır.34
D’Herbelot ve V. N. Tatişev’in döneminde çalışmalarına başlayan araştırmacılar, Ortaçağ Oğuz boylarının yoğun göçlerine defalarca dikkat çekmişlerdir. En önemli göçlere Selçuklu ve Kıpçak hareketleri neden olmuştur. XI. yüzyılda Oğuzlar, kendilerini Asya’nın bozkır kabilelerinin göç girdabında buldular. Sır-Derya vadisi ve Aral bölgesindeki Oğuzların büyük bir kısmı Doğu’dan gelen Kıpçak kabileleri tarafından ezildiler. J. Marquart, Kumanlar hakkında diğer tarihçilere nispeten daha fazla bilgi vermiş olduğu çalışmasında Oğuzların Polovetslerle olan şiddetli çatışmaları üzerinde durmuştur. Daha güçlü olan Kıpçaklar, Oğuzları Güney Rusya bozkırları üzerinden Balkan Yarımadası’na gitmeye zorlamışlardır.35 J. Marquart haklı olarak Kıpçakların hareketinin, göçebe kabilelerin Kuzey Çin’den Batı Avrupa sınırlarına doğru vuku bulan yoğun göçlerinin aşamalarından biri olduğunu kaydetmiştir.
Ancak hatalı bir şekilde “Oğuz Bozkırları” adının XIII. yüzyılda “Deşt-i Kıpçak”a dönüştüğü varsayımında bulunmuştur. V. V. Bartold ise bu yeniden adlandırmanın XI. yüzyılda gerçekleştiğini ikna edici bir şekilde kanıtlamıştır.36
Oğuzların XI. yüzyılın ortalarında Kıpçaklar tarafından yenilmelerinin ardından kaderlerinin ne olduğu sorusunun, yerli ve yabancı tarih yazıcılığında az çalışıldığını belirtmek gerekir. Onların yerleşim yerlerindeki değişimlerin nedenleri ve başlıca yaşam alanları yalnızca bireysel çalışmalarda tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda en fazla ilgiyi T. Banguoğlu’nun doğrudan Oğuzlarla ilgili yapmış olduğu çalışmaları çekmektedir. Ona göre Oğuz boyları X. yüzyılda Sır-Derya, Üstyurt ve İrtiş ile İdil arasındaki bozkırlarda yaşamışlar, XI. yüzyılın ilk yarısında Kıpçaklar tarafından Aral bölgesine sürülmüşlerdir.
Oğuzlar, Balkaş ve Aral bozkırlarından da Sarısu mansabına, Sır-Derya’nın orta kısmına ve Karatav eteklerine göç etmişlerdir. XI. yüzyılın ikinci yarısında, genel olarak Sır-Derya vadisine “Oğuz Ülkesi” ismi verilmiştir.37
Oğuzların X. yüzyılda ve XI. yüzyılın başında yaşadıkları bölgeyi belirleme sorunu tarih çalışmalarında yankısını bulmuştur. Özellikle V. V. Grigoryev,38 V. V. Bartold,39 A. Yu. Yakubovskiy40 ve A. A. Roslyakov,41 Selçuklu devletinin kuruluşuna kadar Oğuzların Sır-Derya’nın orta kısımlarında, Hazar ve Aral civarında ve Batı’da İdil bölgesinde yaşadıklarını belirtmişlerdir. Oğuzlar, Gürgen nehri ağzından günümüz Çimkent’ine kadar Halifelik eyaletine komşu olmuşlardır. V. V. Bartold, X. Yüzyıla ait Arapça yazılı kaynaklarda, Türkmenlerin hükümdarlarıyla birlikte İsficab bölgesinde yaşadıklarından, Oğuz hükümdarının ikametgâhının da Yarkent’te ve Sır-Derya mansabında olduğundan bahsedildiğini vurgulamaktadır.42 Oğuzlar XI. yüzyılın ilk yarısında, Kıpçaklar tarafından kovulacakları yer olan, günümüz Kazakistan’ının bozkır bölgelerine de göç etmişlerdir.
Ortaçağ Oğuzlarının yaşadıkları yer ile ilgili araştırmalar arasında S. P. Tolstov’un çalışmaları mühim bir rol oynar. Yazar, tarihi-arkeolojik verilere dayanarak Sır-Derya deltasındaki ve Aral’ın doğusundaki Oğuz yurdunun karakterini tespit etmeye çalışmış, X-XI. yüzyıllardaki Oğuz şehirlerinin bazılarının yerine dair kendi yorumunu sunmuştur.43 S. P. Tolstov’un rehberlik ettiği Harezm arkeolojik-etnografik kazılarında, bilim adamlarının son zamanlarda Sır-Derya’daki Oğuz kültürüyle ilişkilendirdiği bir dizi yeni arkeolojik eser keşfedilmiştir.44
Oğuz boyları S. P. Tolstov’a göre X. Yüzyılda, güneydoğuda Taraz ve Şaş (Günümüz Taşkent vahası) bölgeleriyle sınırdaş olmuşlar; güneyde Kuvan Derya, kuzeyde Sarısu, Şalkar ve Irgız havzalarında yaşamışlar; kuzeybatıda Ural eteklerine, kuzeyde Hazarların İdil’deki topraklarına ulaşmışlar; güneybatıda ise Üstyurt’un büyük bir kısmında meskûn olmuşlardır.
S. P. Tolstov, İdrisi’nin tasvir ettiği Oğuz ülkesinin kuzeyde Aral Gölü, doğuda Şaş bölgesi ve kuzeydoğuda Mughalzhar Tepeleri arasında yer almış olabileceğine inanmaktadır.
Oğuz boylarının IX-X. yüzyıllardaki konumlarının neresi olduğu sorunu, çözülmemiş birçok sorunu da barındırır. Mevcut tarihi coğrafya literatüründe Polovets-Kıpçak göçleri ve Selçuklu devletinin kuruluşundan önceki Oğuz yerleşimleri için hatalı bir biçimde oldukça geniş bir aralık belirlenmiştir. Birçok tarihçi yanlış bir şekilde Oğuz yurdunu İdrisi’nin eserinde verdiği bilgiler temelinde konumlandırmaktadır. “Nüzhetü’l-Müştak”ın daha derin bir tahlili, Oğuz göçerlerinin X. yüzyılda Balkaş bölgesinden Ural’ın güneyine dek yayıldıklarını göstermektedir.45 X. yüzyılda Oğuzların konumunun Sarısu havzası ve Ulutav eteklerinde olduğu çok tartışmalı bir konudur. Görünüşe göre oraya Oğuzların Kimeklerle bağlantılı küçük bir bölümü yaz mevsiminde göç ediyordu. Günümüz Kazakistan bozkır kuşağında yapılan arkeolojik kazılar IX-XIII. yüzyıllara ait Kimek-Kıpçak eserlerini ortaya çıkarmıştır.46
Oğuz tarihinin sorunları arasında, Oğuzların IX-XI. yüzyıllardaki iktisadî ve toplumsal düzeni büyük bir öneme sahiptir. Yabancı doğubilimciler Oğuzların sosyo-ekonomik tarihleri üzerinde çok az durmaktadırlar.47 Bu sorunun bilimsel çözümü ilk olarak Sovyet tarih yazıcılığında yankı bulmuştur. Sovyet tarihçileri (V. A. Gordlevskiy, A. Y. Yakubovskiy, A. A. Roslyakov) IX-XI. yüzyıllarda Oğuzların başlıca geçim tarzının göçebe türü büyükbaş hayvan yetiştiriciliği olduğunu belirtmektedirler. S. P. Tolstov, Sır-Derya ve Aral bölgesinde var olan Oğuz iktisadî yapısının karmaşıklığını vurgular. Oğuzlar büyükbaş hayvan yetiştiriciliği, tarım, balıkçılık, zanaatkârlık ve ticaret ile uğraşmışlardır.
V. V. Bartold’un ve A. Y. Yakubovskiy’in düşüncesinin aksine S. P. Tolstov, X. yüzyılın başında ve XI. yüzyılda Oğuzların, Sır-Derya’daki şehirli nüfusun baskın kitlesi olduklarına inanmaktadır.48
48
Oğuz toplumu, Sovyet tarihçilerinin belirttiği gibi şekil olarak kabile, içerik olarak da sınıflı bir yapıya sahipti.
V. A. Gordlevskiy, Oğuzların X. yüzyılda giderek artan toplumsal farklılaşmasını gösteren ilk isimlerden biridir.49 A. Y. Yakubovskiy, X-XI. yüzyıllarda Oğuzların sınıflı toplumun gelişim aşamalarının erken safhalarında olduklarını belirtmektedir.
Oğuzlar arasında çok sayıda çiftlik hayvanına sahip göçebe soylular göze çarpmaktadır.50 A. A. Roslyakov, Oğuz aristokrasisinin zamanla büyük otlakları ve su kaynaklarını kontrol etme hakkını zorla elde ettiğine dikkat çeker.51
Sovyet tarihçileri, araştırılan dönemde Oğuzların toplumsal düzeninin nasıl olduğu sorusunun çözümü hususunda büyük katkılar sağlamışlardır. Ancak, özetlenen literatürde Oğuzlarda sınıf çatışmasının oluşum şekli ve özellikleri hakkında yeterince açıklama yapılmamıştır. Bununla beraber maalesef Sovyet tarih yazıcılığında feodal kurumların gelişimine yeterince dikkat gösterilmediğini belirtmeliyim. Ayrıca Ortaçağ kaynaklarında tarihçilerin dikkatinden kaçan çok ilginç olgular vardır. Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ı Lugati’t-Türk”ün bile gerçekten kullanılmadığını belirtmek yeterlidir. Daha sonraki döneme ait sözlükler ile XII-XIII. yüzyıllarda Oğuzların iktisadi ve toplumsal yapısındaki değişimleri ele almamız konusunda katkı sağlayan diğer kaynaklar araştırmalarda hakkıyla kullanılmamıştır.
Orta Asya Oğuz boylarının tarihsel kaderlerinde Sır-Derya Yabgu Devleti’nin kuruluşu önemli bir rol oynamıştır. Ancak yerli ve yabancı tarih yazıcılığında bu alanda çok az eser kaleme alınmıştır.
Sorunun çözümünde Ortaçağ Oğuzlarının devletleşmiş olma durumunun Sovyet tarihçilerine büyük yardımı olmuştur. V. V. Bartold, X. yüzyılda Oğuzların, siyasi merkezi Sır-Derya mansabında olan ilkel bir devlete sahip olduklarına dikkat çeken ilk isimlerden biridir. Oğuzlarda devlet oluşumunu Batı Türk Kağanlığı’nın çöküşüne bağlar.52 V. V. Bartold, Oğuz hükümdarının kışlağının Yengi-kent’te olduğunu da belirtmiştir. Ancak Oğuz hükümdarının iktidarı yeterince sağlam değildi.53
Ortaçağ’da Oğuzların devletleşmesi sorunu S. P. Tolstov ve A. A. Roslyakov’un çalışmalarında da incelenmiştir. S. P. Tolstov, Oğuzların kendi “barbar” devletlerini X. yüzyılda kurduklarını düşünmektedir.
Oğuz devleti VIII. yüzyılda parçalanan Batı Türk Kağanlığı’nın parçalarından biriydi. Oğuz boylarının siyasi olarak birleşme sürecinde, içerideki sosyo-ekonomik unsurlar önemli rol oynamıştı. Ürünleri mevcut ihtiyacı aşan büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinin gelişimi, bozkır aristokrasisinin oluşumunu tetiklemişti. Oğuz göçebe soyluları, sıradan çobanlar ile Sır-Derya şehirlerindeki yerleşik nüfus üzerinde güç sahibi olmuşlardı.54
A. A. Roslyakov, Oğuzların X. yüzyılda “erken feodal” bir devlet altında birleştiklerine inanmaktadır. Sır-Derya Yabguluğu, köleler ve özgür toplum üzerinde baskı oluşturmak amacıyla, feodal-kabileci Oğuz soylularının siyasi bir örgütlenmesi şeklinde ortaya çıkmıştı.55
O. Pritsak’ın Sır-Derya Yabguluğu’nun çöküşünde pay sahibi olan dış politika unsurlarını genel hatlarıyla araştıran makalesi, Orta Asya Oğuz boylarının devletleşmesi sorununa tahsis edilmiştir. O. Pritsak bu devletin kuruluşunu Batı Türk Kağanlığı’nın çöküşüne bağlamaktadır. Oğuzların 766 yılı civarında Sır-Derya vadisini ele geçirdikleri tahmininde bulunmuştur.56
Tarihsel literatürde Oğuzların kendi devletleri olmadığı yönünde diğer bir bakış açısı da vardır. Bunun bir örneği; Sır-Derya Yabguluğu’nun Oğuz boyları üzerine gerçek bir hâkimiyeti olmadığını varsayan A. Yu. Yakubovskiy’in yaklaşımıdır. X. yüzyılda istikrarsız Oğuz topluluklarının ayırt edici özelliği, boylar arasındaki çatışmalardır.
A. Yu. Yakubovskiy, Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşuna kadar, Oğuzların siyasi örgütlenme biçiminin kabile özyönetimi olduğuna inanmaktadır.57
Gördüğümüz üzere çağdaş tarih yazıcılığında, Orta Asya Oğuz boylarının devletleşmesi sorununun çözümüne dair iki farklı yaklaşım vardır. Birkaç araştırmacı Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşuna kadar Oğuzların bir devlete sahip olduklarını reddetmektedir. Tarihçilerin çoğu ise merkezi Sır-Derya mansabı olan bir Oğuz devletinin varlığını kabul eder. Olumsuz bakış açısına sahip olanlar Oğuzlarda X. yüzyıl ile XI. yüzyılın başında “Han” yahut “Kağan” gibi yüce bir makamın olmadığını belirtmektedirler. Bu ifadeler belirleyici bir argüman niteliğine sahip değildir. Türk hükümdarları Ortaçağ’da farklı unvanlar ve payeler taşımışlardır. Unvanların dereceleri yalnızca hiyerarşik bir sistemin gelişimini göstermektedir. X. yüzyılda Oğuzlarda boy beyleri ve boylar arasında şiddetli çatışmaların olduğu görüşünü savunanların kanıt ve bulgularını kabul etmek güçtür. Göçebe devletlerdeki büyük ve etkili boyların asilzadeliği, her yerde önemli bir rol oynamıştır. Büyükbaş hayvan yetiştirme yöntemi bozkırlarda sık sık çatışmalara yol açmıştır. Bundan dolayı göçerlerin göçebe ve savaşçı kurumları istikrarlıdır ve devlet teşkilatlanmasının erken bir biçiminde birleşmelerinin ardından da devam etmiştir.
VIII. yüzyılda Batı Türk Kağanlığı’nın çöküşünün hemen ardından Aral ve Kuzey Hazar bölgelerinde bir Oğuz devletinin oluşumu tezinin tartışmalı doğasını da göstermek gerekir. Dönemin kaynaklarında Orta Asya Oğuz boylarının tarihindeki bu çok önemli olayın tarihini tam olarak belirlememize imkân sağlayacak kadar bilgi bulunmamaktadır. Oğuz Yabguluğu’nun kuruluşu ile ilgili az çok güvenilir nitelikteki ilk kaynaklar IX. yüzyılın sonu ile X. yüzyılın başına aittir. En parlak dönemini bu sınırlarda yaşayan Sır-Derya Oğuz devletinin VIII. yüzyılın ikinci yarısında var olması pek mümkün değildir. Başkenti Yengi-Kent olan bir devletin oluşumu muhtemelen IX. yüzyılın sonu ile X. yüzyılın başına tekabül etmektedir.
Orta Asya Oğuzlarının, IX. yüzyılın sonu ile XI. yüzyılın ilk yarısında bir devlete sahip oldukları kabul ederken, siyasi örgütlemelerinin ilkel niteliğinin de altını çizmek gerekir. Sır-Derya Yabgu devleti tek parça değildi. Oğuz hükümdarlarının Yengi-Kent’teki iktidarları oldukça zayıftı ve soylular kurulu tarafından sınırlandırılmıştı. Güçlü toprak ve boy teşkilatlarının liderleri siyasette büyük rol oynamışlardı. X. yüzyılda Oğuz boyları arasında halk meclisinin dönüştürülmüş kalıntıları varlığını sürdürüyordu. Ancak ataerkil-feodal bağların daha ileri gelişim aşamasında, askeri demokrasinin kurumları zamanla hükmünü ve değerini yitirmiştir.
X-XI. yüzyıl Oğuz tarihinin sorunlarının geniş çerçevesinde Selçukluların teşekkülü önemli bir yer tutar.
Yabancı ve Sovyet tarih yazıcılığında ilk Selçukluların şeceresine ve Selçuklu topluluğunun oluşumuna dair farklı görüşler vardır. Ortaçağ tarihçileri arasında, başında Selçuklu hanedanının bulunduğu topluluğun kökenine dair birkaç teori dolaşmaktadır.
Bazı tarihçiler Selçuklu topluluğunun Moğol Salciut boyundan geldiğini ileri sürmüşlerdir. Bu bakış açısını savunanlar E. Blochet58 ve N. Asım gibi bazı yabancı tarihçilerdir. N. Asım’a göre Selçuklular, Hıristiyan inancını benimseyen Kereyitlerin yahut Naymanların soyundan gelmektedir. Hanedanın kurucusu, Orta Asya’daki Türk-Moğol yöneticilerden birinin hizmetinde bulunan Selçuk’tu [Salcik, Salçik]. Selçuklu boylarının Batı Türkistan’a [Srednyaya Aziya] göçleri bilim insanlarınca X. yüzyıla tarihlenmektedir.59
N. Asım, Selçuk’un, beyleri ile geçinemeyerek, boy mensupları ile Maveraünnehir’e gittiğini ileri sürer. Selçuk ve onun “Kazaklar”ı 962’de Cend’i ele geçirmişler ve İslamiyet’i kabul etmişlerdir.60
Z. V. Togan61 ve D. M. Dunlop62 tarafından Selçuklu topluluğunun şeceresiyle ilgili tamamen farklı bir görüş savunulmaktadır. Onlara göre Selçuklu topluluğu, Hazar Türklerinden gelmiştir.63 Bu topluluğun başındaki hanedan Oğuz boylarından birine mensuptur. İlk Selçuklular, Hazar Kağanlığı’nın “temsilcisi” olan Oğuz Yabguluğu’nun hizmetinde bulunmuşlardır. X. yüzyılın sonunda Oğuz-Selçuklu boyları Sır-Derya’ya göç etmişler ve kendi bağımsız iktidarlarını tesis etmişlerdir.64
Yabancı tarihçiler erken dönem Selçuklu topluluğunun tarihi hakkında farklı bir bakış açısını ifade etmişlerdir. Örneğin G. Weil, Selçuklu hanedanının kurucusunun başlarda Baygu adındaki bir Kırgız beyinin hizmetinde olduğunu düşünmektedir. Daha sonra Selçuk, Baygu ile anlaşamamış ve kabilesiyle birlikte Maveraünnehir’e göç etmiştir.65 Selçukluların “Kırgız” bozkırlarından geldiklerini varsayan C. Brockelmann da benzer bir bakış açısını savunmaktadır.66
Çağdaş Batı Avrupa tarih yazıcılığında, ilk Selçuklularla ilgili en kapsamlı çalışmalar C. Cahen’e aittir. Fransız tarihçi, Selçukluların teşekkülü sorunu için XI. yüzyıla ait mühim bir kaynak olan “Melikname”ye dikkat çekmektedir.67 Selçuklu topluluğunun “Hazarlardan” geldiği teorisini savunanlar, görüşlerini “Melikname”ye dayandırmaktadırlar. Ancak bu kaynağı inceleyen C. Cahen tamamen farklı bir sonuca varmıştır. C. Cahen, “Melikname”nin farklı nüshalarında ilk Selçukluların metbusu olarak bahsedilen “Hazar Kağanı”nın, tarihî Hazarların büyük hükümdarı olarak anlaşılmaması gerektiğini vurgular. Bu kaynakta geçtiği şekliyle “Hazar” kavramı, belirli bir etnik manaya sahip değildir.
Selçuklu topluluğunun teşekkülü sorunu Sovyet tarihçilerin eserlerinde de yankısını bulmuştur. Bu topluluğun erken dönem tarihine dair sorunlar V. V. Bartold, A. Yu. Yakubovskiy, B. N. Zahoder, S. P. Tolstov ve A. A. Roslyakov’un çalışmalarında ele alınmıştır.68 Onlara göre Selçuklular Sır-Derya mansabında yaşayan Oğuzlardan gelmişlerdir. X. yüzyılda güneye göç etmişler ve XI. yüzyılda Amu Derya’yı geçerek Horasan’a ulaşmışlardır. Selçuklu göçlerine, Oğuz soylularının otlaklarını ve ekili arazilerini genişletme ihtiyaçları ve de X. yüzyılın sonu ile XI. yüzyılın başında Selçukluların içinde bulunduğu zorlu siyasi ortam sebep olmuştur.
Özetlenen tarihi literatürde Selçuklu topluluğunun teşekkülüne dair farklı görüşler vardır. Çok farklı tezler, erken dönem Selçuklu göçleri meselesinde de ihtilaflıdır. Tarihçiler arasında, örneğin Cend civarında ve Zerefşan vadisinde Selçuklu yerleşimlerinin başlangıcı hakkında hala devam eden tartışmalar vardır.69
Mevcut tarihî literatürde Selçuklu topluluğunun teşekkülüne yönelik bakış açılarında kanıtların tüm karmaşıklığı hesaba katılmamaktadır.
Bazı araştırmacılar, bilhassa da Z. V. Togan, kendi mefhumlarını geliştirerek bir dizi zorlama kanıta dayanmaktadır. Örneğin Z. V. Togan, erken dönem Selçuklu yöneticilerinden biri olan Lokman’ı inanılmaz bir kolaylıkla İbn Fadlan’da, X. yüzyıldaki bir Oğuz şefi olarak geçen Katan’a çeviriverir.
Selçuklu topluluğunun “Hazar” Türklerinden geldiği görüşü gerçek tarihsel veriler tarafından desteklenmemektedir. V. İ. Artamonov, XII. yüzyıldan sonraki kaynaklarda Hazarların büyük hükümdarı anlamında bir Yabgu kelimesinin olmamasının, bu görüşün aksini ifade ettiğini belirtir.70
Selçukluların Moğollardan geldiği görüşü de ikna edici olmayıp asılsız görünmektedir. Bu teorinin destekçileri, ilk Selçukluların beyi olan Baygu’nun, Salciutların efsanevi atası Bugu ile aynı olduğunu kanıtlamaya çalışarak aşırılığa kaçmaktadırlar.71
Selçuklu topluluğunun Sır-Derya mansabı ile Aral bölgesindeki Oğuz boylarından geldikleri fikrine katılmak da zordur. Ortaçağ kaynaklarında Selçukluların, başlarda günümüzün Güney Kazakistan bölgesinde yaşadıklarına dair bilgiler vardır. Bu bağlamda, Selçukluların Karaçuk ve Sugnak civarından geldiklerini belirten Getum’un seyahatnamesi dikkat çeker.72 M. Brosset’nin belirttiği gibi bu eserde bahsi geçen Karaçuk’a, Sır-Derya Karatav adı verilmektedir. Gerçekten XI. yüzyılda dahi Sır-Derya’nın kuzeyindeki dağlar ve Farab civarındaki “Oğuz şehirleri”, Karaçuk olarak adlandırılmıştır.73 Görünüşe göre Selçuklu topluluklarının beşiği Sır-Derya’nın orta kısmı ile mansabıydı. Semerkand ve Buhara Türkmenlerinin tarihi efsaneleri de bu yaklaşımı desteklemektedir. Bu Türkmenler hiçbir zaman Selçuklu topluluğuna dahil olmayarak X. yüzyıl ile XI. yüzyılın başında Buhara-Nur’a yerleşmişlerdir.
Kendi efsanelerine göre Güney Kazakistan’dan, Sır-Derya’nın orta bölümünden gelmişlerdir. Bu Türkmenler, günümüzdeki Türkistan şehri civarını kendi vatanları olarak göstermektedirler. Türkmen halklarının ataları, kendi deyimleriyle Türkistan’dan, Buhara-Nur vasıtasıyla Hazar’ın ötesindeki bozkırlara varmışlardır.74 Tüm bunlar, Selçuklu boylarının Sır-Derya’nın orta kısmında olduklarına inanmamız için sebepler sunmaktadır.
Yukarıda ele alınan meseleler, elbette Orta Asya Oğuz boylarının bütün tarihlerini kapsamamaktadır. Bu tebliğde yalnızca bazı tartışmalı sorunları ve bilimsel olarak önem arz eden çözümleri gözden geçirmeye çalıştık.
Çev. ve Yay. Haz. Yusuf AKBABA
Gürkan AÇIKGÖZ


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Göç Destanı

Pazırık Kurganları